Hoşgeldin İskender Lahdi

-

Yıllardır İskender Lahdi‘ni ve Sidon Kral mezarlarından çıkartılan lahitleri canlı canlı görebilmeyi çok istiyordum. Ne yazık ki yıllardır bit(e)meyen Arkeoloji Müzesi tadilatı dolayısı ile de bu lahitleri görmekte ne yazık ki mümkün olamıyordu. Hatta öyle ki, bir aralar bu lahitlerin akıbeti hakkında dedikodular bile dönmeye başlamıştı.

Ama nihayet müzedeki tadilat ve yenileme çalışmaları bitti ve bu muhteşem eserler İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nde ziyaretçileri ile buluştu.Sonunda ben de geçtiğimiz hafta sonu tuttum yenilenmiş müzenin yolunu. Lahitlere geçmeden önce tadilat sonrası müzenin dünya standartlarında ve hatta ötesinde bir müzeye dönüştüğünü söyleyerek başlamak istiyorum söze. Şahsen müzelerde eserlerin alelade sergilenmesi pek hoşuma gitmiyor. Neden derseniz, günümüzde müze ziyaretçilerinin tamamı müzedeki eserler ve o eserlerin ait olduğu dönem hakkında bilgisi olamayabiliyor (ki olmak zorunda da değil, o zamam müzeleri sadece tarihçi ve arkeologlar gezebilirdi!) ve hatta daha popülist söylemle “paylaşılabilirliği olmuyor”.

İstanbul Arkeoloji Müzeleri yeni haliyle ziyaretçi deneyiminde çıtayı epey yükseltmiş. Eserler hakkında bilgiler, hatta önemli eserlerin ait olduğu dönem hakkında da bilgiler ziyaretçilere sunuluyor. Açıkçası ülkemizde ziyaretçi deneyimi açısından en beğendiğim müze Troya Müzesi’ydi. Ama artık birinciliğin sahibi iki müze! Bugüne kadar ülkemizin en değerli eserlerine ev sahipliği yapan böyle bir müzede eserlerin gelişigüzel sıralanmış olması her gittiğimde beni şaşırtıyordu. Fenike lahitleri yan yana istiflenmiş halde ve hiç bir bilgi notu olmadan öylece duruyordu kapı girişinde mesela! Seneler önceki bir ziyaretimde çocuğu ile gezen bir annenin “bak oğlum, firavun mezarları bunlar” demesini yadırgamamıştım bu gelişigüzellikten dolayı!

Unutmadan, müzenin yeni halinde Osman Hamdi Bey’e özel bir bölüm ayrılması da ayrıca hoşuma giden bir konu başlığı. Sizleri detayda boğmak istemiyorum; “Osman Hamdi Bey’in çabaları olmasaydı, bu muhteşem lahitleri ve bu müzedeki eserlerin tamamına yakınını ancak ya Louvre Müzesi’nde ya da British Museum’da görürdünüz” diyerek noktalıyorum cümlemi.

Biz İskender Lahdi’ne dönelim. Odaya girip karşımda bu lahdi gördüğüm zaman kelimenin tam anlamıyla büyülendim. Dünya üzerinde bu lahitten daha görkemli bir işçiliğe sahip başka bir lahit olmadığı için arkeoloji dünyasının başyapıtı olarak geçiyor kendisi.

Bir yanılgının önüne erkenden geçerek devam edelim istiyorum; İskender Lahdi, Büyük İskender’in lahdi değil. Peki neden adı İskender Lahdi? Efendim çünkü lahit üzerinde Büyük İskender’in bir tasviri var ve dolayısı ile bu lahde İskender Lahdi ismi verilmiş. Lahit üzerindeki bezeme öğeleri lahdin son Sidon Kralı Abdalonymos’a ait olduğunu işaret ediyor. Kendisine krallık yolunu açan önemli bir savaş betimlenmiş. Unutmadan, lahit M.Ö. 307-312’ye tarihleniyor. İskender Lahdi, bugünkü Lübnan’ın Sayda şehrinde, Sidon Kral Nekropolünde (mezarlığında) bulunuyor. Tabii o zaman o topraklar Osmanlı’ya ait ve İngilizler gibi yabancı ülkelerden eserleri çalıp ülkemize getirmiyoruz.

Aynı kral mezarlığında Satrap Lahdi, Ağlayan Kadınlar Lahdi gibi muhteşem başka lahitler de gün yüzüne çıkartılmış ve müzede sergileniyor. Lahit üzerindeki işlemeler, süslemeler, betimlemeler tek kelimeyle muazzam. Savaş sahnelerindeki savaşçıların kıyafetlerinin, kaslarının detayları bile insanın aklını başından alacak cinsten. Ve ayrıca bu lahdin yapıldığı zaman tamamen boyalı olduğu bilgisini de buraya ekleyeyim. Bu lahdi rengarenk düşünsenize!

Müzede daha bir çok eser var üzerine uzun uzun konuşabileceğimiz. Tabi okumak güzel şey ama ben sizin bu güzel müzede o muhteşem eserleri gidip görmenizi isterim. İstanbul’da yaşıyorsanız ya da yolunu buralara düşecekse 1-2 saatinizi ayırarak dünya standartlarında sergilenen bu dünya başyapıtlarını canlı canlı görün. Müze Kart sahibi değilseniz tavsiyem gitmeden mobil uygulama üzerinden bir senelik müze kart alın, çünkü Müze Kart sahipleri müze girişinde sıra beklemeden giriş yapabiliyor. Ve inanın haftanın her günü müze girişinde en az 1 saatlik kuyruk sizleri bekliyor olacak! Ek olarak müze bahçesindeki kafeteryada bir çay, kahve mutlaka için. Gülhane Parkı’na karşı papağan cıvıltıları arasında o kahvenin keyfini size anlatamam! Kalın sağlıcakla;

Bir Cevap Yazın